30 Haziran 2013 Pazar

Yerdeki Yıldızlar... Havada süzülüyorsan, artık özgürsün.



“Anlıyorum. Gerçek hayat; acımasız, rekabete dayalı bir dünya herkes çocuğu dereceye girsin, birinci olsun istiyor. Doktor, mühendis, yönetici… Daha azı kabul edilemez. Yüz üzerinden 95,5 - 95,6 - 95,7; daha azı prestijsiz, değil mi? Allah aşkına bir düşünün her çocuğun kendine özgü yetenekleri, kapasitesi ve hayalleri vardır. Ama yok öyle, herkes aynı yarışta aynı şekilde yetişmeli! Beş parmağın bile beşi bir değil. İsterseniz itip çekin, aynı hizaya getirmeyi deneyin. Parmaklarınız kırılır.”

Oysa ne çok parmak kırıyoruz hayatta. Bazen kendimizinkileri, bazen başkalarınınkileri...

Hayata hep kendi pencerenden bakmak ve başkalarının pencerelerini keşfedememek... Kendi kalıplarının olması ve başkalarını bu kalıplara sokmak... Üstelik bu kalıplarla yargılamak... Kendimiz gibi olanı normal, doğru kabul etmek de, kendimizden farklı olanı dışlamak...

Yaşadığını sanmak ama aslında ölü olmak hayatta...

Bu film, canlı olmayı unutmamak için bir güç kaynağı... Bu film ölüler için bir umut uyanmaya dair...

"Gökkuşağının çizdiği rotayı takip edin,
Orada kaybolan minik yıldızı bulacaksınız
Dünya bu yıldızların ışığıyla aydınlanıyor
Evren parıldıyor..."

Hayatın içinden, çok yakın bir konu. Aamir Khan'ın harika oyunculuğu ve yönetmenliği. Mutlaka izlenmeli ve izletilmeli... Anne babalar, öğretmenler, yöneticiler. Herkes...

Yalnız kaldığınızı hissettiğinizde izleyin. Önyargılı davrandığınızı veya size davranıldığını düşündüğünüzde izleyin. Sadece eğlenmek değil düşünmek isterseniz izleyin. Ve yeryüzündeki bir yıldızın tekrar ışıldamasına ihtiyacınız olduğunda izleyin... İçinizdeki yıldızın ışığını kaybettiğinizde izleyin... Sıcaklığı ile sizi saracak, renkleri ile canlandıracak bir film...

"Seni mutlu eden şey olmalıdır hedefin. Hayatının amacını mutlu olduğun yerde ara."

http://www.imdb.com/title/tt0986264/?ref_=sr_1



24 Haziran 2013 Pazartesi

Bisiklet Hırsızları. Bir yenik öykü...



Vittorio de Sica'nın 1948 yapımı Oscar ödüllü filmi yeni gerçeklik akımının simgelerinden biri. 2.Dünya Savaşı sonrasında İtalya'nın içinde bulunduğu durumu bir ailenin derin kederi üzerinden aktarıyor.

Her sahnesinde içinize işleyen sade bir anlatımla, işsiz bir baba ve oğlunun ilişkisini gözler önüne seriyor. Aylar sonra iş bulan baba Ricci'nin, afiş işini alabilmesi için bir şeye ihtiyacı vardır: bir bisiklet.

Film tüm gerçekliği ile içinize işliyor. Umut, mutluluk, sevinç, hayal kırıklığı, utanç... Tüm duyguları en dorukta yaşatıyor, birbiri içinde kaybolarak... Aileni doyurmak için bir an herşeyi göze almaya kadar zorluyor sizi. Bir hırsızlık bir ailenin dramına yol açarken, o dramdan çıkmak için tüm ahlaki değerleri sorgulatıyor...

Çok güzel bir toplumsal analiz sunduğuna ve her sahnesini merakla izleyeceğinize söz verebilirim. Sonunda mutlu olmanın sözünü ise veremem, çünkü bir şey gelip düğümleniyor boğazınızda. Oyuncuların ünlü birer aktör olmadığını, bir işçi ve yoksul bir ailenin çocuğu olduğunu öğrendiğinizde bir kez daha düğümleniyor boğazınız. Filmden sonra zengin hayatlarına dönen oyuncular yok malesef, aynı hayata geri dönüyorlar...

Filmin her sahnesi çok dokunaklı. Her ayrıntıda çok şey gizli. Utanç içinde bir babanın çocuğunun elini tutma anını dikkatle izleyin. O utançla o minik elin içinde kaybolma, yitme isteğini tüm ruhunuzda hissedeceksiniz.

Hayatta kalma mücadelesi... Doğaçlama oyunculuklar... Bir yenik öykü...

Son günlerde sosyal medyada küçük esnafa destek olma konusu tartışılıyor. Bu filmden sonra büyük alışveriş merkezleri ve süpermerketler yüzünden işinden olmuş bakkallar, lokantalar, tuhafiyeler, kıyafet satanlar geldi aklıma... Biz, zengin insanları daha da zengin ederken, kaç aile işinden oluyor? Kaç baba kendi dükkanını kapatıp şanslıysa birinin yanında çalışmaya başlıyor? Kaç çocuk bu sebeple okumak yerine bir işe girip çalışmak zorunda kalıyor?

Üreten köylüye, kendi işini yapmaya çalışan küçük esnafa destek olmak hepimizin sorumluluğu. Biraz daha ucuz diye süpermarketleri kalkındırmak yerine, onlarla rekabet gücü olmayan mahalle bakkalını destekleyelim. Kim bilir aldığınız o bir ekmek bir ailenin geleceği belki de...

9 Haziran 2013 Pazar

Çoğunluğun içinde azınlığın sesi olmak...




12 Öfkeli Adam... Eğer izlemediyseniz 1957 ABD yapımı siyah beyaz çekilmiş bu filmi izlemenizi öneririm. Bir çok açıdan...

2007 yılında, ABD Ulusal Film Arşivi'nde mufahaza edilmesine karar verilmiş bir klasik. İyi bir film için müthiş bütçelere, dekorlara, kostümlere, sahnelere gerek olmadığını ispat ediyor adeta... Tamamı neredeyse tek bir odada çekilmiş...

Daha önce birbiriyle hiç karşılaşmamış ve tamamen farklı olan 12 adam... Bir jüri... Babasını öldürmekle yargılanan 18 yaşında bir çocuk için karar vermeliler... Suçlu mu suçsuz mu?

Bir karar verme süreci ve önyargılar... Seyirciyi de içerisine alıp jüri koltuğuna oturtmayı başarıyor... Siz de bir parçası oluyorsunuz filmin...

Mantıklı şüphe kavramını hukukçu olmayan birine bile sade bir dille anlatıyor. Liderlikle ilgili öyle güzel ipuçları var ki, liderlik programlarının başında mutlaka izletilmeli. Film ile ilgili tez yazılır da, bu blog yetmez anlatmaya...

Karar verme süreci, uzlaşma, diyalog oluşturma, kritik dinleme ve konuşma hakkı tanıma... Grup dinamikleri... Çoğunluğa uyma, geçmişle hesaplaşma, empati, motivasyon gibi psikolojik ve sosyal öğeleri içeren bu zengin içerik çok değerli...

Bloğumda sizlerle ilk bu filmi konuşmak istedim.

Benim için hayata dair birçok ipucunu barındıran bir film. Tüm içeriği bir kerede hazmetmek mümkün değil elbette... Ancak çok önemli bir ipucu vardı bu filmde beni etkileyen...

Ve bugünlerde hepimizi etkileyen...

Sadece çoğunluğun sesini değil, tek bir kişi bile olsa farklı düşüneni de dinlemek... Davis kadar güçlü bir şekilde çıkmazsa bile, o tek sesi dinlemek... Konuşmasına izin verecek ortamı sağlamak...

Ya çoğunluk değil de o bir kişinin düşüncesi ise doğru olan? Düşünsenize hayatta böyle ne kadar çok sahne oluyor. Ve ne kadar çok doğru düşünce çoğunluk tarafından susturuluyor...

Peki ya çoğunluğu görüp de hiç söylenmeyenler?

İşte bu sebeple çoğunluk olmak değil demokrasi... Bir ailede, bir departmanda, bir şirkette, bir ülkede demokrasiyi nasıl yorumladığınız önemli ... Nasıl işlettiğiniz...

Tek bir şeye ihtiyacımız var aslında, ipucu da filmde gizli olan;

Cesaret ve sabır!

Çoğunluğun içinde azınlığın sesi olma cesaretine ve dinleme sabrına...